Antonio Tabucchi bir gün bir tren yolculuğu esnasında Fernando Pessoa'nın Tütüncü Dükkanı adlı şiirinin fransızca çevirisini okuyup "ulan bunun çevirisi bu kadar güzelse orjinali nasıldır acaba?" diyerek gidip portekiz dili ve edebiyatı okumuş... Bizim malesef ki böyle şık manevralarımız olamıyor hayatta, zira istediğin şeyi okumak öyle karar vermekle olmuyor ve tıpış tıpış sevgili çevirmenlerimizin ellerine teslim ediyoruz o pek sevdiğimiz yazarları. Konu elbette ki çok geniş ve burada dallandırıp budaklandırmak mantıklı değil. Çok sevdiğim bir yazarın çok sevdiğim bir kitabından çok sevdiğim bir bölümü orjinali ve çeşitli çevirileri ile örneklemek istiyorum.
Yazarımız : Johann Wolfgang Von Goethe
Kitabımız : Faust
İlk örneğimiz;
Öteki Yayınevi - 1992
Çevirmen : Nihat Ülner
Tinimiz her neyi doğuruyorsa yüce güzelliklerden,
Yabancı bir tarzda, hep yabancı maddeler karışır;
İyiliğe eriştiğimizde bu dünyada, bir de bakarız ki,
Yanılsama ve deliliktir bunlar aslında.
Bize dirilik veren o yüce duygular,
Donup kalırlar dünyanın karmaşasında.
Önce korkusuz uçuşuna yükselir hep imgelem,
Genişler durur sonsuzluğa kadar, umutlarla dolu,
Sonra, zaman girdabına üstüste yenilince mutluluk,
Küçük bir mekan da yeterli olur.
Kaygı yerleşir hemen yüreğin derinliklerine,
Orada huzursuzca gizli acılar devindirir,
Sevinç ve dinginlik kalmaz sonunda;
Bu kaygı hep yeni maskeler takar,
Mal, mülk, kadın ve çocuk olur,
Ya da su, ateş, zehir ve hançer;
Aldırmaman gerekenlerin üstünde titrersin,
Ve hiç yitirmediklerinin ardından,
Durmaksızın ağlaman gerekir.
Bu sevdiğim bölümün bir kısmı için ikinci örneğimiz;
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları - 1992
Çeviren: Recai Bilgin
İnsanın muhayyilesi, ümitlere kapılarak, cüretkarane bir uçuşla, ebeiyete doğru açıldığı vakit, bütün emelleri zamanın girdabında birer birer mahvolunca, ufacık bir saha ile iktifa edebiliyor. Fakat üzüntü derhal kalbin derinliklerine yerleşiyor, orada gizli ıstıraplar vücuda getiriyor ve durmadan çırpınarak, insanın neşesini ve rahatını kaçırıyor. Bu üzüntü mütemadiyen kılık değiştirerek, bazan bir ev veya çiftlik bazan da kadın veya çocuk halinde göze görünüyor. Onun ateş,su, hançer ve zehir şekillerine girdiği de oluyor. Sen de, bütün bunların karşısında, kendine dokunmıyan belalarla, hiç bir vakit kaybetmediğin şeyler için ağlayıp duruyorsun.
Noktasına virgülüne ve yazım hatalarına dokunmadan kitaptaki haliyle aktardım...
Üçüncü örnek;
Sosyal Yayınlar - 2001
Çeviren: İsmet Zeki Eyüboğlu
Usla kavranan en yetkin düşüncelere
Direnir hep yabancı bir öğe, bir etken;
Görürsek bu dünyanın iyiliğini
Yalan, kuruntu sayarız en iyiyi bile.
Bize can veren en yüksek duygular da
Katılaşır yeryüzü karmaşasında.
Atak bir uçuşla kişinin düşlem gücü,
Atılırsa kapılıp umutlara, sonsuzluğa,
Yeter ufacık bir alan ona,
Tüm umutlar batınca çağların çevrintisine.
Kaygı yuvarlanır derinlerinde yüreğin,
Gizli acılar yaratır orada,
Kaçırır tadını tüm yaşamın, esenliğin;
Boyuna kılık değiştirir bu acı,
Bir ev, bir çiftlik, bir kadın, bir çocuk,
Ateş, su, kılıç, ağı biçiminde,
Bütün bunlar karşısında sen ağlar
Durursun, senin olmayan, ilgisiz işlerle.
Alkım Yayınevi - 2001
Çeviren: Celal Öner
Ah... Bizim edimlerimiz de, acılarımız gibi, hayatımızın ilerleyişini engelliyor.
Zekanın tadabileceği en kusursuz şeye, sürekli yabancı bir madde bela oluyor.
Bu dünyanın iyi yanına ulaşsak bile, onu, yalan ve hayalden ibaret sayıyoruz.
Bize hayat bağışlayan duygular, dünyanın allak bullaklığıyla donup kalıyor.
Düş, umut yüklü korkusuz bir uçuşla sonsuzluğa kanat açtığında, olanca mutluluklar, zamanın fırtınası içindeart arda söndükçe ona küçük bir alan yetmeye başlıyor. Keder, her yüreğin derinliğine işliyor, ve orada gizli ıstıraplar yaratıyor. Tedirgince çırpınarak huzuru ve keyfi kaçırıyor. O sürekli yeni maskeler takınarak, kimi zaman mal mülk kadın ve çocuk, kimi zaman da ateş, su, hançer ve zehir biçiminde görünüyor. Senin de sana ilişmeyen bu belalar karşısında ve hiçbir zaman yitirmediğin şeyler için hep ağlaman gerekiyor.
Ve orjinali;
Johann Wolfgan Von Goethe
1806 yılında yazılıp 1828-1829 yıllarında kendisi tarafından revize edilmiş, kitaplığımdaki 1990 yılı baskısından.
Wenn Phantasie sich sonst mit kühnem Flug
Und hoffnungsvoll zum Ewigen erweitert,
So ist ein kleiner Raum ihr nun genug,
Wenn Glück auf Glück im Zeitenstrudel scheitert.
Die Sorge nistet gleich im tiefen Herzen,
Dort wirket sie geheime Schmerzen,
Unruhig wiegt sie sich und störet Luft und Ruh;
Sie deckt sich stets mit neuen Masken zu,
Sie mag als Haus und Hof, als Weib und Kind erscheinen,
Als Feuer, Wasser, Dolch und Gift;
Du bebst vor allem, was nicht trifft,
Und was du nie verlierst, das mußt du stets beweinen.
Eh ingilizcesi yok mu peki bunun diyecek olanlara yine kitaplığımdan;
Anchor Books - DoubleDay - 1961
Çeviren: Walter Kaufmann
Where fantasy once rose in glorious flight,
Hopeful and bold to capture the sublime,
It is content now with a narrow site,
Since joy on joy crashed on the rocks of time.
Deep in the heart there dwells relentless care
And secretly infects us with despair;
Restless, she sways and poisons peace and joy,
She always finds new masks she can employ:
She may appear as house and home, as child and wife,
As fire, water, poison, knife -
What does not strike, still makes you quail,
And what you never lose, for that you always wail.
6 yorum:
sayın headcleaner;
bu "çeviri" mevzuu, özellikle çevrilen eser şiir ise çok çetrefilli hale geliyor. şiiri kelime kelime çevirmek yerine adeta yeniden yazmak gibi bir uğraş oluyor şiir çevirisi. bu konuda sanırım dilimizde en başarılı şiir çevirmenlerinden biri de cevat çapan'dır mesela.
siz de bu "çetrefil" mevzuunu aynı metnin farklı çevirilerini çok zihin açıcı bir biçimde alt alta dizerek göstermişsiniz zaten. maalesef almanca orjinali tam olarak anlayamasam da faust'un bir uzun "şiir" olduğu aşikar. bu sebeple "nesir" biçimli çevirileri bir kalem geçmek istiyorum izninizle. zira "mana" olarak doğru olsa bile sözkonusu çevirilerin orjinal metinle yeterli bağı yok bir okur olarak benim gözümde.
sonuç olarak en "güzel" olan, ingilizce çeviri gibi duruyor. dilimizde ise sanırım yine tecrübesine sığınıp ismet zeki eyüboğlu'nu diğerlerinden ayırmamız gerekir.
saygılar..
sevgili vaziyet,
ben de bu metnin ingilizce çevirisi hakkında aynı hislere sahibim.
Faust'un nesir biçimli çevirilerine hiç anlam verememiştim karşılaştığımda. Altında yatan sebepleri de merak etmiştim içten içe, sonra boşverdim ve işe yaramaz bir çeviri diyerek fiziksel olarak diğerlerinin yanına koysam da dün bu yazıyı yazana kadar hiç elimi sürmedim bunlara.
Çevirmen konusunda ise; Cevat Çapan çevirilerini de bir yazı konusu yapıp, örneklendirmek güzel olur diye düşündürüp Lost in Translation II'nin konusunu belirlememe yardımcı oldunuz.
Teşekkürler
Almanca'dan çevirilerde yetkin çevirmenlere karşın ( mesela Ahmet Cemal) hep sorunlar oluyor. Niteliksiz Adam'ın ya da Broch'un yıllardır çevrilememesinden de anlaşılıyor durum. Faust'a gelince, Ekşi'de en iyisi Recai Bilgin en kötüsü Sosyal Yayınlar demişler, ben Recai Bilgin'i de beğenmedim şimdi, demek ki Faust'u okuyamayacağım, şayet antipatimi yenip almanca öğrenmezsem. :)
Ayrıca, LiT-2'yi merakla bekliyorum.
şahsen Öteki Yayınlarından çıkan Nihat Ülner çevirisini beğendiğimi itiraf etmeliyim sanırım. Bir de Walter Kaufmann çevirisi harikadır. LiT II ise pek yakında...
Benim Fernando Pessoa kitabım var evde ...
Cooler Artikel!
Yorum Gönder